2024 kelimesi olarak Türk Dil Kurumu bir oylama açıyor. Bu oylamada insanlar, “kalabalık yalnızlık”, “merhamet”, “yabancılaşma”, “algoritma”, “yozlaşma”, “yapay zekâ” ve “dijital yorgunluk” kelimeleri arasından bir tercih yapıyorlar. 1 milyon kişinin katıldığı bu oylama sonucunda 2024 kelimesi “Kalabalık Yalnızlık” olarak karşımıza çıkıyor.
İlgili kavramın güncel hayatla örtüştüğü kesin fakat bu kadar viral olmasının sebebini bir türlü anlamlandıramadım. Çünkü ilgili kavram zaten yıllardır İngilizcede aktif olarak kullanılan bir şey. Bunun için “Alone” ve “Lonely” kavramlarının arasındaki farkı bilmek yeterli. “Alone” kelimesi gerçekten fiziksel olarak yalnız bir ortamda bulunmak iken “Lonely” ise kalabalıkların içerisindeki yalnızlık olarak uzun yıllardır kullanımda olan bir şey. Söylemem o ki uzun yıllardır gündemde olan bir kavramın ülkemize de sirayet etmesi elbette üzüntü verici bir durum. Bu konu burada kalsın, geri dönüp bağlayacağım.
Wrapped Çılgınlığı
İlk olarak Spotify’ın çıkarttığı ve insanların yılbaşlarında iple çektiği bu pazarlama uygulaması gerçekten şahane bir uygulama idi. O kadar başarılı oldu ki tüm firmalar teker teker “Wrapped”larını paylaşıp insanlara kendi yıl sonu değerlendirmelerini yapma ve paylaşma imkanı sundular. Harika bir şekilde gelenek haline gelen bu uygulamayı tüm uygulamaların yapmasını dört gözle bekliyorum. Çünkü ancak o zaman kendi muhasebemizin de önemini kavrayabileceğiz. (Bu seneki Spotify Wrapped kesinlikle yanlıştı. Verilerde yanlışlık ya da karışıklık olduğunu düşünüyorum.)
Fani uygulamaların fani değerlendirmeleri bizlere asıl yıl sonu değerlendirmelerimizi yapmamız gerektiğini unutturabilme tehlikesi oluştursa da beni daha çok şevklendiriyor. Bu sene neler yaptığıma dair bir düşünceye sevk ettiriyor beni. Bu sene neler yaptım, bu sene içinde önemli anlarım nelerdi, bu sene içerisinde ben kimdim, ne değildim?
Bir Senenin Muhasebesi
Açıkçası bu sene ben tam bir “Kalabalık Yalnızlık”taydım. Bunun sebebi ise bu kavramın tam göbeğinde bulunmam. Bu kavram ancak iki yerden çıkabilir; birincisi Zincirlikuyu Metrobüs, ikincisi ise havalimanları. Ben havalimanlarındayım. İkisinin de mantığı aynı. İnsanlar acele içinde koşuşturuyorlar, herkes gergin, herkes bıkmış ve herkes yalnız. Ama yanınızdaki ile aranızdaki mesafe 20 cm bile değil. Bu da kalabalığın içinde insanın haliyle olabildiğince yalnız hissetmesine sebep oluyor.
Binlerce insanın içindeyken yapayalnızım/Gibi gibi/Yalnızım hiç kimse yokmuş gibi/Yalnızken kalabalığım/Hiç kimse yokmuş gibi
Yıllar önce BÖ tarafından Siyah Kalabalık adlı şarkıda geçen sözleri aktarmak istedim. Zamanında günceli yakalayıp birçok DJ gibi kendini yenileyemeyen DJ’lerden birisiydi kendisi. Aynı hataya düşmüş Ömer Balık, NBSPLV gibi…
Dönelim, yalnızlığa. Kalabalık Yalnızlık kavramı bana nedense insanların bir melankolik tavrı. Bu sene “Türkiye’de 4.3 milyon ev genci” araştırması da haberleri bir süre meşgul etti. Peki, bu kadar insan bile yalnızlığı neden tercih ediyor? Veya neden topluluklar arasında yalnız hissediyor?
Aslında hiçbirimiz yalnız değiliz. Hepimiz milyarlarca insanla anında iletişime geçebiliyor, saniyede onlarca bildirime maruz kalıyoruz. Her şeyi takip edebiliyor, her şeyi anında bilebiliyoruz. Yaşantımızı kendimiz ve çevremiz için oluşturmuyor, büyük topluluklara mal etmeye çalışıyoruz elimizdeki küresel ağ sayesinde. Önümüzdeki yemekten gittiğimiz yerlere kadar. Aslında hiçbirimiz yalnız değiliz. Hepimiz “sanal” topluluklara bağlıyız ve bu “gerçek” topluluklara bağlı olmaktan çok daha kolay. Çünkü sorumluluk yok, belki gerçek bile kişilik yok, tamamen anonimlik, “0/1”ler ve sadece hedonizm. Sizce böyle bir denklemde insanoğlu kolay olanı seçmez mi? Tabii ki seçer! Sonrasında ne olur? Sosyolojik kaymalar ve insanların melankolisi. Çünkü;
“Hoş tutmak gönlü yas tutmaktan çok zormuş.” (Medcezir/Ceza)
Kalabalık Yalnızlık kavramını biraz daha parçalayalım; gelelim yalnızlığa. Günümüzde asla yalnız olmadığımızı bir önceki paragrafta söylemiştim. Fakat bunun tersi imkan sunan da birçok alan var. Mesela uçak. İnternet yok, tanıdık yok, uğraşacak bir şey yok. Size modern dünyada sunulmayan çok özel bir an sunuyor: Yalnızlığı. Kimisi düşünebilir ki yalnızlık neden özel? Bunlardan birincisi gerçekten dünyada artık bulamadığımız bir şey olduğu için “scarcity”, ikincisi ise bu serüvende kendimizi bulabildiğimiz anları bize bahşetmesi. Bilinçli yapılan yalnızlıklardan sadece bir tanesi bile yalnızlığın kıymetini bizlere iletiyor.
Yalnızlığı tercih eden en değerli insan Hazreti Peygamber idi. Bilinçli bir şekilde Hira Dağındaki inzivalarının bir gününde, Ramazan’ın 17. Gününde, Cebrail (a.s) ona ilk vahyi indirdi: Oku!
Bu hadiseyi direkt olarak başka bir kaynaktan kopyalarak iletiyorum. Devamında buluşuyoruz tekrardan.
Mübârek Ramazan ayının 17. günüydü. ( İbn-i Sa’d, I, 194.) Resûl-i Ekrem Efendimiz, mûtâdı üzere Hirâ Mağarası’nda idiler. Cebrâîl (a.s.) geldi ve Hazret-i Peygamber’e:
“–Oku!” dedi. Peygamber Efendimiz:
“–Ben okuma bilmem!” karşılığını verdi. Bunun üzerine melek, Hazret-i Peygamber’i tâkati kesilinceye kadar sıktı. Sonra yine:
“–Oku!” dedi. Efendimiz yine:
“–Ben okuma bilmem!” cevâbını verdi. Cebrâîl (a.s.) ikinci kez O’nu tâkati kesilinceye kadar sıktı. Sonra tekrar:
“–Oku!” dedi. Hazret-i Peygamber yine:
“–Ben okuma bilmem! (Ne okuyayım?)” dedi. Cebrâîl (a.s.) Hazret-i Peygamber’i üçüncü defâ da sıkıp bıraktı.
İlk vahyin indirildiği ve Kur-an’ı Kerim’in indirilmeye başlandığı o aya, 11 ayın sultanına yaklaşırken duayı hatırlatmış olayım. Üç aylarınız mübarek olsun. Daha nicelerine.
Peygamber (sav)in “Ne okuyayım?” sorusu bende bu sene başka bir tezahür olarak karşıma çıktı: “Ne İzleyeyim?” Evet, ne izleyeyim. Hayır, Instagram’da ne izleyeceğim sorusunu sormama bile gerek yok, fakat ya Youtube’da? Sırf bunun için uzun yıllardır kapalı kalan Youtube geçmişimi açtım. Ve tahmin edin ne oldu? Eğitmeye başladığım algoritma artık benim için izlenecek içerikleri tak diye karşıma çıkartıyordu. Üstelik daha 10 izlenmesi olan ama benim ilgimi çekebilecek içerikleri bile. Bu da beni hayli büyük bir dehşete düşürdü. Çünkü artık beni tanıyan, beni benden iyi bilen bir makineyle karşı karşıyaydım…
Bu makineyi doğru eğitmek çok önemli. Eğer siz burada pasif bir rol oynadığınız takdirde sizi çok rahat bir şekilde deneyebiliyor, sizi önce sevdiğiniz içeriklerle bağımlı hale getirip sizi istediği alanlarda yönlendiriyor. Sonuçta sizi ne kadar içerde tutarsa, ne kadar içerik izletirse o kadar retention’a sahip olacak bu uygulamalar; bulunduğunuz sürece de reklam gösterimi yapıyorlar sizlere. Bu da onların gelirlerinin artmasına ve teknolojinin daha gelişmesine sahip oluyor. Eskiden reklamların satın alma faktörlerinde çok bir etkisinin olduğunu düşünmezdim lakin inanılmaz bir etkisi varmış gerçekten. Yeter ki doğru kitleyi hedefleyin.
Algoritma eğitimi konusunda şu anda birçoğumuz Instagram’ı kullansa da TikTok da inanılmaz bir şekilde yükselişini sürdürüyor. Geçen sene asistanı olduğum Marketing dersinde “Kaç kişi TikTok kullanıyor?” diye sorduğum zaman sınıfın yarısından fazlası el kaldırmıştı. Şoku atlattıktan sonra neden diye sorduğumda kullanıcıya daha eğlenceli ve alakalı içerikler sunduğunu iletmişti birçok öğrenci. Ben de bunun neden olduğunu kısaca bir araştırınca şu yazı güzel bir yere gidiyor gibi.
İlgili algoritmanın sizi eğitmemesinden bahsediyorduk. Evet, mümkünse bu arkadaşı siz eğitin ki sizin yararınıza içerikler size göstersin. Mesela ben bir ürün almak istediğim zaman, yeni bir ürünü; bilgiyi araştırdığım zaman ilgili içerikleri araştırıp onlarla etkileşime geçiyorum ki daha önce yapılmış çalışmaları karşıma çıkartsın. Bunun yanı sıra reklamları da bana göstersin ki verilecek reklamlarda bizlere ilham olsun. Başka ilham verecek bir şey ise kaydırmayı ve dopamin bağımlılığını eğitim içeriklerine döken bir uygulama. Uygulamanın ismi “Imprint App”. İlgili uygulamada birçok genel kültür içeriği “motion graphic”lerle kaydırmalı şekilde karşımıza sunuluyor. Günceli yakalayan tarzdaki bu uygulama bence bir tık pahalı ve maalesef sosyal medyada çok fazla tanıtımı yok. Daha fazla tanıtım ile daha iyi bir expansion sağlayabilirler. Elbet farkındadırlar ama bazen insanların bazı şeyleri neden yapmadığını da çok merak ediyorum. Niye, neden, nasıl? Haklarında hiç içerik olmadığı için ancak Instagram sayfalarını paylaşabiliyorum sizinle.
Ben olsam bu sene “Kalabalık Yalnızlık” kavramını yılın kavramı olarak seçmezdim. Bunun sebebi ise karşımızda çok büyük tehlikelerin barınması. Sırasıyla;
- Yapay Zeka
- Yozlaşma
- Algoritma
Aslında birinci kavram birçok insanın diline pelesenk olmuş, kendini dahi bilmeyen akademisyenlerin konu hakkında yaygara koparmasıyla biraz farkındalık oluşturmuş bir durum. Fakat bu kavram, sadece OpenAI firmasına indirgenebilir bir durum değil, birçok insanın yaptığı gibi. Herhangi birisini taklit edebilen, herhangi bir patterni saniyeler içerisinde çözebilen modeller ile Post-Truth senaryoları hızlıca gerçek olmaya başlayacak. Bu da devamında yozlaşmayı beraberinde getirecek. Daha emekleme aşamalarında olan bir teknoloji Youtube’daki “Scam”(dolandırıcı) içeriklerin birçoğunu oluşturmaya başladı bile. Siyasilerden iş insanlarına birçok kişinin kopyalandığı sahte yatırım videolarıyla kaynıyor ortalık. Yarın bir gün birisi bir suç işlediği zaman bahanesi çok basit olacak: “Yapay zeka, montaj vb.” . Yani aslında insandaki en büyük duygulardan bir tanesinin yok oluşuna şahit olacağız: Utanç. Gerçeklik algısından hızla uzaklaşmaya başladığımız şu vakitlerde toplumsal çöküşlerin kaçınılmaz olduğunu belirtmekte fayda var. Peki, ya tamamen gerçekliğin bizden ayrıldığı zamanda gerçekliği aramaya başladığımız zaman ne olacak?
İlkel Demokraside Gerçekliğin ve Özgürlüğün Arayışı
Paragraf sonundaki sorunun cevabını tabii ki ben veremem. Fakat bunun için yeni keşfettiğim bir diziden bahsetmek istiyorum; “Silo”. Apple TV Original yapımı olan bu dizi post-apokaliptik bir senaryoda gerçekleşiyor. İnsanların depo gibi bir yerde kendilerince devletini kurması ve halkın gerçeklik arayışını bizlere iletiyor. Eski medeniyetlerin bizden daha teknolojik olduğu ve bu teknolojinin sadece belli bir kesime ait olduğunun düşünün. Bu durumda ne olurdu? Hangi teknolojiler bize karşı kullanılırdı, hangi teknolojiler bizim kullanımımıza sunulurdu? Bu sorudan sonrası spoiler’a girdiği için burada sonlandırayım. Maalesef belki sadece on yıllar sonrasında karşımıza gerçeklik olarak çıkacak bu senaryoyu izlemenizi tavsiye ederim. İnsanoğlu hayal ettiği her şeyi yapıyor, beceriyor. Garip bir ilim bahşedilmiş. Yeter ki hayal etsin.
Gelelim son kavrama. Algoritma. Bu sene birçok deneysel içerikle algoritmanın nasıl çalıştığını bulmaya çalıştım. Bir videom hiçbir şey vaat etmese de insanlara 24.7 milyon izlendi. Bir tane sosyal medya hesabım ise sadece 30 günde 100.000(yüz bin) organik takipçiye ulaştı. Binlerce insan arkasında neyin olduğunu bilmeden bu hesaba bir bağlılık gösterdiler ve inandılar. Sebebi ise bu hesabın algoritma sayesinde karşılarına çıkmış olması. Doğru içerik, doğru hedef kitleye ulaştı. Gerçek yerine sanal toplulukları seçen insanlar bu topluluğa dahil olmak istediler ve bu sonuç geldi. Şu an benzer çalışmaları organik yerine “paid” olarak ilerletmeye çalışıyorum ama bu yararlı bir şey üzerine. Bu yüzden kendime hesap verirken müreffehim.
Dönelim algoritmaya… Gelemiyoruz çünkü o bize bizden önce geliyor. Kafamızın içerisini matematiğe dökmüş, hızlıca tarıyor verileri; davranış modellerimizi. Sadece sayıdan ibaret birer kodlamalara dönüşüyoruz Star Wars’taki klonlar gibi. Elbet dünyada birçoğumuz böyle ama ya Jedi’lar; Sith’ler? Onlar kim, kim olmaya devam edecek, kimler bu rütbelere erişecek? Bu soruları bilemeyiz sanırım ama “İlk Emir”i uygulayarak kendi dünyamızın farklılaşmasını sağlayabiliriz. Kimisi de “Order 66″i uygulayarak kalplerimizi yok eder.
Belki de bu yılın muhasebesindeki en büyük kaybım fazla okumamak. Belki de okuyacak bir şey bulamamak, bunun için kendimi adayamamak. Bu konu hakkında yardımcı olabilecek herhangi bir şey benim için çok değerli. Dönüşlerinizi bekliyor olacağım.
İnsanların odak süresinin saniyelere düştüğü bu dönemde benim bu karalamama dakikalarını harcayıp okuyan her okura minnettarım ve sizden küçük bir isteğim var: Yeni bir yıla başlarken sizlerden de geçen senenin muhasebesini yapmanızı arz ediyorum. Zaten bir kısmını Wrappedlarla yapmaya başladık. Bu sene 5500 dakikadan fazla gökyüzünde imişim, varın siz hesaplayın ne kadar bir düşünmenin yaşandığını. Devamını da getirmek dileğiyle.
Yeni bir senenin neler getireceğini görmek için Hoşça kalın! Sevdiklerinizle geçirdiğiniz her günün kıymetini bilmemiz ümidiyle.
Kanımı, canımı alsın ancak canımı yakmasın
Azap çeken gönüllere, kül olan tüm kalplere yağmur yağsın
Kalp dağlayan tüm eller kalpleriyle dağlansın
Kalp karalayanlar yansın