Menü Kapat

Montreal Üzerine

Türkiye Kızılay Derneği Rozeti

25 Ağustos’ta Kanada’ya ayak basmamla birlikte Kuzey Amerika maceram başlamış oldu. Mcgill Üniversitesinde bir dönemlik Exchange öğrencisi olarak bulunmak üzere Montreal’e geldim. 5 Aralık’a kadar merkezim Montreal olmak üzere birçok farklı yere gittim, tecrübe ettim ve gezdim. 3 aylık bir süreci yazılar serisi olarak ele almaya çalışacağım. Montreal üzerine bir yazıda neden Kızılay Rozeti kullandım? Gitmeden önce alıp 4 ay boyunca fotoğraflanmayı beklediği için bu yazıda onun bulunmasının hak olduğunu düşündüm. Bir de Montreal’de doktor bulunmaması da cabası.

Montreal Üzerine

Şu ana kadar gördüğüm en güzel şehirlerden bir tanesi. İsmini şehrin ortasında bulunan “Mount Royal”den almasıyla birlikte dağın dört bir eteğine kurulmuş bir şehir. Şehirleşmesi çok fazla olmamakla birlikte tam sınırında bırakılmış. Bunun yanı sıra toplu ulaşım ağı da her yere ulaşabilir bir şekilde olmasıyla nüfusuna rahat bir yaşam olanağı sunuyor. Manhattan Adasıyla benzeştirdiğim bir yerleşime sahip. Hatta New Jersey’i Laval olarak ele alırsanız aslında birebir kopyası Manhattan Adası ile Montreal Adası. İçerdeki kuralları bile benzeşme göstermekte (Örn. Kırmızı ışıkta sağa dönüşler yasak vs.).

Montreal’in gezilecek pek bir yanı yok. Fakat mutlaka görülmesi gerekilen noktaları var tabii. Bunların başında Mount Royal’in kendisi geliyor. Mcgill’in içerisinden yürüyerek geçebilirsiniz ya da herhangi bir yerinden tırmanışınıza başlayabilirsiniz. Tepesinde Beaver Lake ve güzel rotalar var. Bir de seyir terasından Montreal manzarasına hakim olabilirsiniz. Ben genelde Küçük Çamlıca’ya benzetiyorum bu lokasyonu.

Montreal’in parkları da insana nefes aldıracak yerler arasında. Sonbaharda kızaran ağaçların sunduğu enfes manzaraları izlerken parklarda yürüyüş yapmak insanı inanılmaz rahatlatıyor. Parkları sıralayacak olursak Mcgill Peel Sokağından yukarı doğru bakmak zaten inanılmaz bir keyif. Onun dışında Parc La Fontaine, Verdun Beach, Park Angrignon ve Parc Jarry vakit ayrılması gerekilen yerlerin arasında.

Botanik Bahçesi

Botanik Bahçesini bu parkların arasına almadım çünkü hem daha turistik bir yer olması hem de farklı opsiyonlar sunması hasebiyle kendine bir paragraf hak ediyor. Koskocaman bahçede farklı farklı tematik bahçeler var ve en güzeli de Çin bahçesi. Fakat buraya gidecek olanlar sezonu kaçırmamak adına yazın gitmelerini tavsiye ederim. Diğer türlü hem çiçek bulamıyorsunuz hem de biraz boş geçiyor yürümeniz. Zaten sezon bittikten sonra girişlerin ücretsiz olduğu Botanik bahçesinde bazı zamanlar gece etkinliği düzenleniyor. Takip etmeniz önerilir. Botanik bahçesinin çevresinde bulunan Olimpiyat Stadyumu’nun yanında ise Biodome var. Biodome’da ise farklı temalara ayrılmış açık bir hayvanat bahçesi. Çok fazla çeşit hayvanın bulunmadığı Biodome’da kutup, ekvator, savan, su altı temaları var. Açıkçası ben hayvanat bahçelerinin sürdürülmemesinden yanayım.

Dufresne Müzesi

Mekan olarak hemen Dufresne Müzesine geçelim. Château Dufresne olarak geçen Dufresne ailesine ait malikanenin içi görülmeye değer. En azından geçmiş yıllarda buradaki soylu  ailelerin nasıl bir yaşantıya ait olduğunu görebilmek adına güzel bir imkan sunuyor. Her ayın ilk Pazar günleri “Quebec Resident”larına tüm müzeler ücretsiz. Turist olarak geçerli değil diye biliyorum. Ama deneyebilirsiniz. Dufresne ailesine geri dönersek bu ailede genel olarak cam sanatı da yaygın. Tüm kiliselerin cam dekorasyonlarının bu aileden geçtiğini sanıyorum ki bu kadar zengin olabilsinler. Alt katta cam atölyesi mevcut olduğundan bu çıkarımım. Ama ailenin duvar süslemelerine de bir zafiyeti ya da ilgisinin olduğunu söylemek mümkün. Her bir duvarda başka bir görsel, başka bir işleme. Kilise demişken Montreal’in güncel sorunlarından bir tanesi de boş kiliseler. Şu anda bu boş kiliseleri nasıl değerlendirelim diye bir beyin fırtınası yapılıyor. Gerçekten de kiliselerin birçoğu Pazar ayinleri dışında açık değil cemaati bulunmadığından dolayı. Turistikler ise açık. Notre Dame Kilisesinde “Aura” adı verilen bir ışık gösterisi yapılıyor. Birazcık daha uzun olsa daha da güzel olabilirdi fakat ben beğendim. Mutlaka gidilmeli.

Notre Dame Kilisesi

Notre Dame Kilisesine gitmişken Old Port’a varmışsınız demektir. Old Port da Fransız mimarisinin en apaçık görüldüğü, ilk yerleşmenin ve çıkarmanın yapıldığı yer. Fransızlar zamanında bu limandan ticaretlerini döndürmüş ve çevresine yerleşmiş. İlk başlarda su samuru ticareti sürdürülen bu topraklara Fransa’nın en avam tabakası gönderilmiş. Bu göçün heykelini ise Saint Joseph Kilisesinde görebilirsiniz. Dağın yamacının yukarısında kurulan kiliseyi ben Büyük Çamlıca Camii’sine benzetiyorum. Her anlamda. Sonrasında ise İngilizlerle mücadele halinde olan Fransızlar Kanada genelinde bir hezimete uğramışlar. Bunun sonucunda Quebec’e sürülen Fransızların zengin kesimi Fransa’ya geri göçerken burada sadece halk tabakası kalmış. Onlar da madem öyle biz de kendimizi koruruz mottosuyla milliyetçi bir şekilde tamamen Fransız yaşantısına geçmişler. Dilinden yemeğine her kültür ögesiyle. Sadece para birimi olarak Kanada Dolarını kullanıyorlar. Onun dışında eğitimleri dahi Fransızca. Bu konuda direnen son kale ise Mcgill Üniversitesi. Hatta kendilerini o kadar muhafaza etmişler ki 95 yılında ayrı bir Quebec olma yolunda bir referanduma gitmişler. Quebec’in ayrı bir ülke olma konusundaki referandum 50.6 vs. 49.4 sonucuyla bitmiş. Quebec ülke olamamış fakat Kanada’dan apayrı bir dünya olduğu kesin.

Ayrı bir dünya derken nasıl ayrı bir dünya? Quebec’te havalimanı dışında hiçbir yerde İngilizce tabela yok. Metrolarda İngilizce bir anons yok. Mağaza isimleri tamamen Fransızca hatta bunun en ilginç iki örneği Starbucks ve KFC. Dünyanın her yerinde Starbucks Coffee (Paris dahil) olarak marka çalışması yapan Starbucks’ın Quebec’te yerlerinin ismi Café Starbucks. Kentucky Fried Chicken olarak bilinen KFC’nin ise Quebec’te ismi PFK, Poulet frit à la Kentucky, olarak geçiyor. Şirketler bunu canları istediği için mi bu şekilde yapıyor? Tabii ki hayır. Quebec’in getirdiği kurallar gereği her şirketin ismi Fransızca olmak zorunda, müşterilere ilk olarak Fransızca hitap edilmesi gerek. Şirketlerdeki çalışanların Fransızca konuşması gerektiğini söylemeden geçmeyelim. Bunu denetleyen dil polisleri de var! Fransızca eğitim konusunda bir “tuition” arttırımı da söz konusu ama bunu Mcgill Üniversitesi üzerine olan yazımda ele almak istiyorum.

PFK vs. KFC

Fransızcanın bu kadar hakim dil olması demografiyi de haliyle etkilemiş. Eyaletin içinde çalışmak için Fransızca zorunlu dil olmasından müspet eyalette fazla bir Güneydoğu Asyalı nüfusu yok diğer Kuzey Amerika bölgelerine nispeten. Burada daha çok Fransızca konuşabilen göçmenler mevcut. Bunlar önce Fransızların kendisi sonra ise Mağrip ülkelerinden gelen Faslı, Tunuslu vb. göçmenler. Bu sayede şehrin mutfağında da önemli bir yerleri var bu ülkeden gelenlerin. Mutfak konusuna girmişken de Kanada’nın en meşhur lezzeti “Poutine”. Tarihsel gelişimini bilmiyorum fakat bence ucuz versiyon İskender. Lezzet demişken “Akçaağacı Şurubu”nu da unutmayalım. Cevizimsi bir tadı olan kahvaltılık.

Bu yazıma başlarken Quebec’i de dahil edeyim diye düşünmüştüm fakat hem okuyucuyu yormamak hem de diğer yerlerin hakkını da daha fazla verebilmek adına Quebec ve Toronto’yu beraber ele alıp sonrasında da Mcgill’i tek yazıda ele almak istiyorum. Bakalım diğer yazılar için ne zaman vakit oluşturabileceğim.

Mutlu yıllar

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir