Menü Kapat

Quebec ve Kanada Üzerine

Quebec Eyalet Rozeti

Şehrim Montreal’den başladıktan sonra çevre şehirlere ve eyaletlere geçiş yaptım. Hepsinde turistik sebeplerden ötürü bulunduğumdan dolayı kısa kısa bahsedebileceğim. Bu yüzden bu yazımda Quebec ve şehirleri ile Toronto’yu birleştirip Kanada hakkındaki genel gözlemlerinden bahsedeceğim. Bir yandan Quebec Gezi Rehberi mahiyetinde olacak bu yazıda Toronto hakkında da içerik bulabileceksiniz. Umarım verimli olur.

Bir Fransız Eyaleti: Quebec

Montreal Üzerine yazımda bahsettiğim üzere Quebec bir Fransız eyaleti adeta. Tüm resmi işlemlerin Fransızca olduğu, yerel halkın Fransızcadan başka bir dil konuşmayı reddettiği bir yer. Fransa hükümetiyle “direkt” teması bulunan eyaletin en güzel yanı ise doğası. Öncelikle Quebec’in başkenti olan Quebec City’den bahsedip sonrasında ise doğal yerlerden bahsedeceğim. Özellikle sonbahara doğru gözleri şenlendiren manzaralar karşımıza çıkıyor. Bu korunan doğada ise en zevkli aktivitelerden birisi Hiking.

Quebec City

Quebec’in başkenti Quebec City’e gitmek için Montreal’den dümdüz bir yolda sıkıcı bir yolculuk yapmanız gerekiyor. 2.5 saat süren dümdüz yolun sonunda vardığınız QC’te biz ilk önce Montmorency Şelalerine uğradık. Açıkçası aşağıda anlatacağım Niagara Şelalelerinden sonra gittiğim için beni aşırı şekilde büyülemedi. Ama şehir merkezinden 15 dakika uzaklıkta olduğu için gidilmeye değer. Bir de biz kışın gittiğimiz için hava biraz soğuktu ve her yeri üşüyerek gezdik. Hava biraz sıcak olduğu takdirde oradaki parkta yürüyüş de gerçekleştirebilirsiniz.

Neyse gelelim QC’nin kendisine. Arabayı Petit Champlain sokağının yakınındaki bir otoparka bıraktıktan sonra Petit Champlain sokağında biraz yürüdük. Hava karardıktan sonra orasının daha güzel olacağını düşünerek yukarı doğru çıkmaya başladık. Teleferik var, 5 dolar. Kanmayın, turist tuzağı. Merdivenler o kadar da zor değil. Zaten merdivenlerden yukarı çıkarken parlamento binası ve farklı manzaralar da gözüküyor. Aynı zamanda QC’nin en önemli mimarisi Şato’ya da farklı açılardan bakılabiliyor. Meydana çıkıldığı zaman da Frontenac Şatosuyla baş başa kalıyorsunuz. İnanılmaz bir mimari. Zamanında birçok farklı devlet başkanının kaldığı bu şatonun alt katında sergiler oluyor. Civardaki birçok farklı kilise ve sokakta oyalandıktan sonra bir Fas lokantasında yemeğimizi yiyoruz. Devamında ise Plains of Abraham’a doğru yolumuzu tutuyoruz. Çok güzel bir park olmasının yanı sıra ismi Hazreti İbrahim’den değil Yedi Yıl Savaşlarında Fransız ve İngiliz kuvvetleri burada çarpıştıklarında buranın sahibinin isminin Abraham olmasından kaynaklı. Tarihe de biraz değinelim.

Yedi Yıl Savaşlarının bir kısmı Kanada’da geçiyor ve olayların seyrini değiştiren savaş ise burada gerçekleşiyor. Küçük bir savaş olmasına rağmen Fransızların tamamen yenildiğinin kreması olan bu savaş sonrası Fransa, Kanada’yı tamamen terk ediyor. Bir kulaktan dolma diğer bilgi ise İngilizlerin ağır toplar ile tüm binalara zarar vermesi sonucu kış mevsiminde İngilizlerin birçoğunun donarak öldüğü…

Tarihten dönelim gezimize. Hemen yakınında Citadel var. Oraya da uğrayarak yandaki yokuştan dümdüz yürüyerek tekrardan Şato’ya varabiliyoruz. Akşam olmaya doğru biraz daha Şato’nun çevresinde vakit geçirdikten sonra Champlain sokağına iniyoruz. Gece ışıklandırmasıyla inanılmaz vintage olan bu sokakta sıcak çikolata içebilir ve Akçaağacı şurubunun donuk halini yiyebilirsiniz. Dönüş yoluna geçtiğimiz QC’den yine 2.5 saatlik sıkıcı yolculuk sonrası Montreal’e varıyoruz. Gökyüzünde garip ışıklar vardı ama ne olduğunu anlamlandıramadım. Hadi doğal güzelliklere geçelim.

Sept Chutes: Seven Falls National Park

Montreal’den 1 saat 50 dakikada gidilebilen bu park farklı rotaları içinde barındırıyor. Sonbahardan bir tık önce gittiğim Chutes’ın haritası üzerinden etkinliğimi anlatacağım. Çok zor olmayan parkta ben Kırmızı rotadan başlayıp (herkes oradan başlıyor) pembe rotayı tamamlamıştım. La Cascade buluşma noktasından da Mavi rotayı tamamlamıştım. Bu yürüyüşte çok fazla iniş çıkış bulunmuyor. Zaten zirvenin, Mont Brassard, yüksekliği 655 metre. Ama bu rota üzerinde güzel manzaralara sahip noktalar bulunuyor. Otoyolun sonsuz bir yol gibi gözüktüğü, aynı hayatımız gibi, noktalardan karşı ormanlara bakan birçok seyir noktası var. Bunun yanı sıra Lac Guy’a sakin bir zamanda denk gelirseniz ayna gibi olduğunu fark edeceksiniz. Sessiz sessiz doğayı dinlemek deşarj edici. Eğer yüzmeyi seviyorsanız da Lac Guy’ı tavsiye etmeyeceğim. Akarsu kısmı zayıf olmadığı için biraz pis gibi gözüktü bana. Fakat üzülmeyin. Lac Remi bunun için gayet uygun. Hem kısmen derin hem de daha temiz duruyor. Yorulmadıysanız diğer rotamıza geçelim.

Mont Tremblant

Mcgill Üniversitesinde Must-Bus diye bir inisiyatif var. Öğrencilere ucuz ulaşım imkanı sunmak için popüler destinasyonlara servis kaldırıyorlar. Tatil zamanlarında Toronto, New York, Boston vb. gibi yerlere ulaşım imkanı sağlamasının yanı sıra dönem içerisinde de turistik yerlere götürebiliyorlar. Ben de Mont Tremblant’a giderken aldım bileti, atladım otobüse gittim.

Hiçbir plan yapmadan gittiğim Mont Tremblant’a inince dedim o zaman tepeye kadar yürüyelim. Pedestrian Village’a çıkartan teleferik çok kısa, oradan bindikten sonra “Güney Girişi”nden başladım. Yolda 1-2 kez denk geldiğim yerel birisine en tepeye kadar beraber çıkmayı teklif ettim. Sağ olsun en tepeye kadar bana eşlik etti. (6 kilometre, 2.5 saatlik bir yol) Kendisi bir lisede etik öğretmeniymiş ve öğretmenlere verilen az maaşlar, fazla yükten bahsetmişti. Hakikattir ki kendisinin bahsetmesinden 2 hafta sonra öğretmenler greve gitmeye başladılar ve okullar tatil olmaya başladı. İstediklerini alabildiler mi bilmiyorum. Aşağıya yeniden rotanın haritasını ekliyorum ki üzerinden daha rahat anlatabileyim.

Mont Tremblant Hiking Rotaları

Ben Grand Brule rotasını takip ettim. Ama o zaman sağdaki açıklamaların İngilizceleri yazmıyordu bu yüzden Caps rotasını takip etmedim. Caps rotasında “Magnificient View of Pedestrian Village” diye bir ibare var. Tercih edilebilir. Etik öğretmeniyle uzun uzun sohbetlerle devam ederken yolun sonuna doğru telekabin yoluna girdik diyebilirim. Orası daha kısa fakat çok daha dikti. Yolun çok kısa bir aralığında o patikayı takip etsek dahi en çok yorulduğumuz anlardan oldu. Bu da aklıma “Pareto İlkesini” getirdi. Pareto’yu kısaca açıklayacak olursak bir işin yüzde 80’inini tamamlamak için enerjinin yüzde 20’si yeterli olurken kalan yüzde 20’sini tamamlamak için enerjinin yüzde 80’inini kullanmak gerekiyor. hayatın her alanında karşımıza çıkan bu ilke elektrikli araçların şarjında da çıkıyor. Konuyla ilgili çalışmayı da ekliyorum.*

Neyse, Tremblant’a geri dönecek olursak zirve tam bir cümbüş. Zaten teleferiğin de çıktığı zirve çok kalabalık. Ama ben zirveye teleferikle çıkanların bizim kadar zirvede eğlendiklerini ve açıkçası hak ettiklerini de düşünmüyorum. Her neyse inerken etik öğretmenimle birlikte teleferikle indik, etrafta kızarmaya başlayan ağaçların seyir zevkini çıkartarak. Tremblant hikingden ziyade kayak için daha iyi destinasyon. Birçok kayak rotası, teleferik ve altyapısıyla kışın tercih edilmesi daha uygun olabilir. Hiking için gitmek istiyorsanız orası da ayrı zevkli tabii.

Mount Pinacle

Amerika-Kanada sınırındaki bir hiking rotasına uğruyoruz şimdi de. Gittiğim en tatlı rota olmasının yanı sıra tam güzde gittiğimden dolayı da ağaçlar hep Don’t Starve Together’daki Birchnut’lara benziyordu. Aşağıdan başladığımız yürüyüşümüzde patika üzerinde insanlar stand açmışlar kurabiye, peynir ve sıcak çikolata dağıtıyorlardı. Peynir, Poutine’nin üzerine konulan peynirden. Açıkçası bu sürpriz çok güzeldi. Bunun yanı sıra Sarı rotayı takip ettiğimizden dolayı da sürekli Lac Lyster’ı görüyorduk, karşı kıyıyı fotoğraflıyorduk. Güzel ve hoş bir rotaydı. Hiç zorlanmadan tamamlanabilen bir hiking. Ama burada aynı zamanda kaya tırmanışı da yapılıyormuş. Asıl zorlayan kısmı orası olmalı. Dönerken de Kırmızı rotadan dönüşümüzü tamamladık.

Quebec’te yapmış olduğum hikinglerin hiçbiri açıkçası beni zorlamadı. Sanırım bunun sebeplerinden bir tanesi de en zorunu görmüş olmak. Geçen sene Yosemite’de yaptığım 7-8 saatlik hiking’i yeniden yad etmek istiyorum. Tüylerim tekrardan diken diken oldu Yosemite’yi hatırlayınca. Quebec gezi rehberini bitirip Toronto’ya yola çıkalım.

Fransa’dan Kanada’ya Varış: Toronto

Şimdi ise Quebec eyaletinden çıkıp Kanada’nın diğer köşelerine gitme vakti. Montreal’den bir sabah vakti yola çıkıp Toronto’ya gidiş. Giderken araba paylaşım daha ucuza geldiği söylendiği için “Poparide” uygulamasını kullandım. Tam Toronto’ya varmadan Ajax’ta inmem gerekiyordu fakat şoför yolun içerisine girmeyi reddettiğinden dolayı da beni otobanda bıraktı. Normalde yasak olmasına rağmen beni böyle bırakması biraz kötü bir davranıştı ve vatandaşların zaten otobanda yürümesi yasak. Ben de tam normal yola doğru yürürken bir polis beni durdurup bir GBT kontrolü yedim. Allahtan bir şey olmadı ve sağ salim bir şekilde kalacağım yere varabildim. İlk gün Ajax ve civarını turladıktan sonra Indian Reserve’e gittim. Kızılderililerin yaşadığı bu bölgelerde vergi olmadığı için petrol vb. ürünler çok daha ucuz. Bir de genelde kumarhane işletmeleri bu bölgelerde oluyormuş. Neyse doğruluğu hakkında pek bir yorum yapmak istememekle beraber GoTrain’e binip Toronto’ya geçtim. Toronto şehir merkezini turlarken pek bir numarasının olmadığını anladım. CN Tower ve etraftaki gökdelenler dışında keşmekeşin olduğu bir şehir merkezi turu sonrası Montreal’i özledim fakat hala birkaç günüm vardı burada. Daha çok insan ziyaret ettiğim Toronto bölgesinde Oakville ve London’a gittim. Oakville’de 8-9 yıldır görmediğim öğretmenimi ziyaret ettikten sonra London’a gidip orada da IVEY School of Business’a uğradım. Residential bölgeler olarak çok güzel yerler Oakville, London ve Ajax. Yeteri kadar geniş ve sakin. Amerika’da böyle residential bölgeler biraz daha sıkışık oluyorlar.

Neyse efendim, yerel halktan uzaklaşıp MUST-DO bir aktivite ile sonlandıralım.

Niagara Şelaleleri

Açıkçası giderken beklentilerim çok düşüktü Niagara’dan. Şehrin ortasında bir şelale bulunduğundan dolayı burayı ünlü yapmışlar gibisinden bir düşüncem vardı fakat zaten Toronto’ya GoTrain ile 2-2.5 saat uzaklıkta. Ben lise arkadaşım Enes’i Toronto’da buldum ve zorla kendisini Niagara’ya gitmeye ikna ettim. Daha ne zaman gideceksin sonrasında soğuk olur diye. Gerçekten de öyle oldu. Biz çok güzel bir zamana denk gelmemize rağmen sonraki günler hep soğudu, hep soğudu. Ama bizim Niagara maceramız gayet güzeldi. Pazartesi gittik ama long weekend olduğu için indirimli bilet almış olduk. Sonrasında koyulduk yola. Vardığımızda ise ben büyülendim.

Evet, gerçekten büyüleyiciydi. Devasa şelaleler akıyor ve yoğun bir damla tabakası etrafa yayılıyordu. Çok geniş olduğundan dolayı da yolda yürüye yürüye seyrediyorduk. Amerikan sınırında bir küçük şelale vardı bir de Amerika-Kanada sınırından bağlanan bir şelale. Direkt ayaklarımızın altından dökülen suları izlemek dehşet vericiydi. “Bir daha mı geleceğiz?” diye diye kendimizi ikna ederek vapura binerek direkt şelalenin aktığı yere indik. Biraz komik, biraz gereksiz, biraz gerekli, çok ıslak ama çok da eğlenceli bir deneyimdi. Verdikleri yağmurluk çok bir işe yaramasa da şelalelerin altına kadar gittik. Güzel bir aktiviteydi gerçekten, tavsiye edilir.

Montreal, Quebec, Toronto derken Kanada’yı bitirmek üzereyiz. Bir sonraki yazımda Mcgill Üniversitesini ele almak istiyorum bakalım nasip olacak mı? Quebec ve Kanada gezi rehberi gibi bir karışımla verdiğimz yazıma vaktinizi ayırdığınız için teşekkür ederim.

Sağlıcakla

Abdurrahman Emirhan Ünal

*https://www.researchgate.net/publication/351643980_Analysis_of_an_Optimal_Planning_Model_for_Electric_Vehicle_Fast-Charging_Stations_in_Al_Ain_City_United_Arab_Emirates

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir