3 aylık Amerika Birleşik Devletleri macerama en maceralı olaylardan birisiyle başlamak istiyorum. Yosemite National Park’a gidip Half Dome’a tırmanış hikayesi. Hikayeye başlamadan önce olayların arka planını vermek istiyorum. En aşağıda da çektiğim birkaç görsele bakabilirsiniz.
Kurban Bayramı’nda gurbette aile ortamı oluşması için Diyanet’in organize ettiği bayramlaşmaya gitmiştim. Orada insanlarla tanışırken benden 1 yaş büyük, Almanya’dan NASA’ya staj için gelen bir arkadaşla, Enes’le, tanıştım. Kendisi beni NASA’ya davet ederek beraber gezebileceğimizi iletti. Birkaç gün sonra beraber NASA’yı gezdik ve ayrılırken laf arasında hafta sonu Yosemite National Park’a gideceklerinden ve kamp yapacaklarından bahsettiler. Ben de bu fırsatı kaçırmamak adına benim de gelip gelemeyeceğimi sorduğumda Park’ın ancak izinle ziyaretçi kabul ettiğini ve 8/8 oldukları için izin haklarının olmadığından bahsetti. Ben de yer açıldığı takdirde beni mutlaka çağırmasını rica ettim. Günlerden salıydı. Gidecekleri gün ise Cuma günü idi.
Cuma gününe kadar haber gelmeyince ben de ümitlerim yıkılmış şekilde Stanford’a gitmiştim. Ara günlerdeki mesajlarda Enes de gidişlerinin iptal olabileceğini çünkü Yosemite’de yangın olduğundan bahsetmişti. Cuma günü Stanford Üniversitesinde saat 3 gibi orada tanıştığım ve kendisine çok teşekkür borçlu olduğum Erhan Abi’yle otururken telefonum çaldı. Arayan Enes’ti. Saat 5’te yola çıkacaklarını ve yer açıldığını söyledi. Kendime uyku matı, tulumu almalıydım. Fakat giysilerim de kampa uygun olmadıkları için giysilerimi kaldığım yerden almam gerekiyordu ancak aradaki mesafe 2 saatten fazlaydı. Yetişemezdim. Ben de ihtiyacım olacak kaban, body, kamp pantolonu, eldiven, tulum, mat vs. gibi ürünlerinin tamamını REI mağazasından 400 Dolar gibi bir ücretle alıp hemen Enes’lere yetiştim. Saat 7 gibi San Jose’den Yosemite’ye 164 millik yolu tamamlamak üzere çıktık. 4-4.5 saat sonra Backpacker’s Campground’da çadırımızı kurmuştuk ve hayatımın ilk çadırdaki gecesini geçirmek üzere uykuya geçtim. Etrafta bir sürü ayı uyarısı ve “bearbox”lar vardı. Açıkta hiçbir kokulu eşya bırakmamanız hepsini bu “bearbox”lara koymanız gerekiyor.
Sabah saat 8’de uyandığımda muz, kahve bir şeyler atıştırdıktan sonra 2-3 saat yürüyüp (hiking yapıp) yeni bir yerde kamp yapacağımızı söylediler. Ben de orman içerisinde düz bir arazide tatlı tatlı yürüyüp böyle bir fiili gerçekleştireceğimizi düşünüyordum. Bu arada sizlere ekibimizden bahsetmeyi unuttum. Ben, Enes, Jonas, Elijas, Kai, Rick, JC. 5 Alman, 1 Almancı, 1 de Türk. Yani ben.
Yürüyüşe başlamadan önce son eşyalarımızı da arabadan almaya gittiğimizde arabamın sağ arka camında bir ayı pençesi izi vardı. Ayı Efendi gelmiş, kontrol etmiş ve gitmiş. Kendisine arabaya zarar vermediğinden dolayı çok teşekkür ederim. Ayı pençesi izi fotoğrafını da ekliyorum.
Çantaları yüklendik ve tırmanmaya başladık. Tırmandıkça tırmanıyor, turistler gittikçe azalıyordu. Yürüyüş esnasında şelalelerde ara verip suyun ve gelen taneciklerin keyfini çıkarmamıza rağmen bu eğlence artık yavaş yavaş acıya dönmeye başlamıştı. 3. saatten sonra Almanlar hızlı bir şekilde benimle arayı açtı ve benle Enes beraber kalmıştık. Sohbet ede ede, dinlene dinlene tırmanışımıza devam ediyorduk ki Enes’in sıcaktan dolayı burnu kanamaya başladı. Şükür durdu ve devam ettik. Yanlış yola saptık 1.5 saat kaybettik. Saat önemli değildi, enerjimiz gittikçe bitiyordu. Geri de dönemezdim. Ya yolu kaybedersem, geceye kalırsam etraftaki ayıların, hayvanların neler olacağının farkına bile varamıyordum. Artık iniş yolu kapanmıştı ama yukarı çıkış için de enerjim bitmeye başlamıştı.
Sağ olsun Enes sürekli bir motivasyon kaynağıydı. Sürekli sınırların kaslarda değil beyinde olduğundan, tepeye çıktığımızda hatırlayacağımız şeyin acıların değil buraya geldiğindeki güzel anların olacağından bahsediyordu. Bunu herkese gururla anlatacaksın, oraya çıktım diyeceksin ben bunu başardım hissini yaşayacaksın derdi. Her 100 metrede bir dinlenmeye başlamıştık. 5.30 saat sonra Little Yosemite Valley’a çıktık. Çadırlarımızı önceden varan Alman arkadaşlar kurmuştu ve hiçbir şey sermeden direkt kendimi toprağa attım. Omuzlarımı hissetmiyordum.
Yukarıdaki vadide göl de vardı. Kendimi serin sulara bıraktım ve birazcık enerjimi toparlamaya çalıştım. Birazcık yüzdükten sonra yemek için getirdiğimiz Burrito’ları yedik biraz. Sudan çok kolanın içildiği, sabah akşam Burrito yenilen bir ortamda akıl sağlığını korumak da giderek zorlaşıyordu. Dehidre olmamak için de suyumuzu gölden alıp kaynatıyorduk. Bizim dışımızda 10-15 kişinin daha olduğu bir vadide insanlarla azıcık muhabbet ettikten sonra uyku vakti gelmişti. Tuvalet denilen olgu derin çukurlardan ibaret kabinlerdi.
Hedefimiz sabah 4.30’da kalkıp Half Dome’a gün aymadan tırmanmaktı. Fakat bende ne mecal, ne enerji vardı. Çok düşündüm çıkayım mı çıkmayayım mı diye. Hem bunu düşünmekten hem de aşırı yorgunluktan dolayı uyuyamadım. Sivrisineklerin vızır vızır gezdiği ve ısırdığı an alerji yaptığı bir ortamda bu saate kadar uyuyamadan onların seslerine maruz kalmanın ne kadar zor olduğunu tahmin edebilirsiniz. Saat 4.30’a gelmişti ve ben ne uyuyabilmiştim ne de dinlenebilmiştim. Buna rağmen kafa lambalarımızı takıp saat 5’te gün aymadan 7 kişi yol almaya başladık.
Bu sefer işimiz biraz daha kolaydı. Sırtımızda çantalar yoktu ve iki buçuk saat kadar tırmanış yaptık. Güneş yükseldikçe ağaçlar da olmadığı için hafif yanmaya başlamıştık. Ve son aşamaya gelmiştik. Dik yamacı tellere tutuna tutuna çıktıktan sonra tepeye varacaktık. Eldivenleri giydik ve herhangi bir güvenlik önlemi olmadan sadece ellerimize güvenerek çıkmaya başladık. Düşme fikrini aklıma bile getirmedim çünkü yaşandığı takdirde ne kurtuluş ne de var oluş mümkündü. Düz bir yamaca dinlene dinlene tırmandık ve başarmıştık. Artık zirvedeydik. Half Dome’un zirvesindeydik.
Belki de hayatımın son enerji parçalarını buraya ayırmıştım. Sudan 2694 metre yükseklikte dünyadan uzakta. Belki de çıkan ilk 100-200 Türk’ten birisi olabilirim ama burası pek de önemli değil. Günün sonunda bir hedefe ulaşmanın mutluluğu, yorgunluğu ve hazzı ile manzaranın keyfini çıkartıyorduk Almanlarla.
İniş vakti geldi. Ters ters dik yamacı inmeye başladık. Tabii eldivenlerimizin sürtünmesinden dolayı eldivenlerim parçalanmaya ve ellerim inanılmaz ısınmaya başlamıştı. Eldivenlerim parçalandı fakat ellerime bir zarar gelmeden inmeyi başardık. 1.40 saate geri Little Yosemite Valley’a döndük eşyalarımız toparladık. 4 saat tekrar inişten sonra artık arabamızdaydık.
Dönerken Free Solo belgeselinin de geçtiği El Capitan’ı da selamladık. Bizden 2 hafta sonra Yosemite’da acil durum ilan edildi yangından dolayı. Hatta biz gittiğimizde de yangın olmasına rağmen rüzgar ters yöne estiği için bizi çok etkilememişti. Havada sadece hafif bir is kokusu vardı.
Akşama doğru arkadaşları San Jose’ye bıraktıktan sonra San Francisco’ya, evime, doğru yola koyuldum. O gün nasıl uyuduğumu hatırlamıyorum bile.
Sinek ısırıkları 2 hafta boyunca geçmediler. Tam geçecek iken baharatlı bir yemek yediğimden dolayı tekrar alerji tuttu ve toplam 4 hafta boyunca ısırıklarla gezdim. Günün sonunda tabii ki bunlar da beni terk etti. Geride sadece anılar, fotoğraflar kaldı. Ne çıkarkenki acılar, ne de zorluklar. Sadece eğlenceler, tecrübeler ve kaynar sıcaklıktaki kolanın bile güzel geldiği o saatler…